Haberleşmenin kelime anlamı İletişim veya Yazışma anlamına gelmektedir. Peki haberleşme detaylarıyla nelerdir ve nasıl yapılır sorusunun cevabına birlikte bakalım, kısaca haberleşme nedir. Eğer retinamız elektromanyetik spektrumun, algılayabildiği dar aralığını değil de tümünü algılayabilir olsaydı, hayat herhalde çekilmez olurdu. Çünkü etrafımıza baktığımızda; çeşitli yönlerde koşuşturup duran ve bazıları kesişip birbirinin içinden geçtikten sonra ayrılan, kimi yerlerden yansıtılıp başka yönlere sapan dünya kadar ışın görürdük. Bu farklı frekanslarda ve fakat hepsi de ışık hızıyla koşuşturup duran ışınlar, bir telefon görüşmesini oluşturan seslerin, televizyon yayını görüntülerinin veya seyrüsefer bilgilerinin, elektromanyetik dalgalar üzerinde şifrelenmiş olan veri paketlerini oluşturmakta. Eğer dikkat edebilseydik fark ederdik ki; farklı frekanslardaki sinyaller farklı amaçlara hizmet ediyorlar. Yani frekans spektrumu, bu değişik hizmetler arasında paylaştırılmış bulunuyor.
Evimizdeki sabit telefonun ahizesini kaldırıp bir numara taşladığımızda, bu numara önce ikili sisteme çevrilir. Çünkü, bilgisayara dayalı sayısal teknolojilerde her şey ikili sistemdedir. Aradığımız numaranın bu şifresi, telefon hattımız üzerinden en yakın bölge santralına iletilir. Santral, şifrenin alan kodu kısmını anlamlandırır ve önündeki hatlardan en uygununu seçip şifreyi o hatta yönlendirir. Şifre, aradığımız kişinin bağlı olduğu santrale ulaştığında, o santral, bu kez numaranın kendisini anlamlandırıp şifreyi, ara elemanların da yardımıyla, aranan kişinin telefonuna ulaştırır. Karşı tarafın telefonu çalmaya başlamıştır. Konuşmaya başladığımızda, frekans ve genlik değişimleri sergileyen basınç dalgalarından oluşan sesimiz, ahizedeki bir diyafram yardımıyla elektrik sinyaline dönüştürür. Bu elektrik sinyali, ses dalgalarımızın grafiğine benzer bir şekle sahiptir. Bu yüzden, ‘analog’ sinyal olduğu söylenir. Telefon kasasındaki bir mikroişlemci, analog sinyalin genlik ve frekansını, periyodik aralıklarla ölçüp sayılara döker: Şeklini şifreler ki, ses karşı tarafta yeniden inşa edilebilsin. Bu sayısal veriler, belli uzunlukta paketlere ayrılır ve her paketin önüne, aranmış olan telefonun numarasına ilave olarak, yolculuğu kolaylaştıracak bazı bilgiler yerleştirilir. Bu paketler, yine santraller aracılığıyla hedefe yönlendirilir ve karşı ahizeye vardıklarında, keza bir mikroişlemci tarafından, sesimiz yeniden inşa edilir. Tabii, başlangıçtaki analog sinyali doğrudan karşı tarafa iletip sese çevirmek de mümkündür. Telefon geçen yüzyılın başlarında keşfedildiğinde, bu yöntem kullanılıyordu. Dolayısıyla iki kişinin görüşme yaptığı bir hat, başkaları tarafından kullanılamıyordu. Öte yandan, santrale ulaşan bağlantı talepleri bir insan tarafından da karşılanabilir. Nitekim, geçen yüzyılın ortalarına kadar böyle yapılıyor ve bir operatör, hatlarda tıkanıklık yoksa eğer, dakikada bir bağlantı yapabiliyordu. Şimdiyse durum farklı…
Modern bir sayısal santral, yüz bin operatörün işlevini üstlenebilip, dakikada yüz bin görüşme talebini yönlendirebiliyor. İki büyük şehir arasında aynı anda görüşme yapan binlerce taraf varsa, bu görüşmelerin hepsi, şehirlerarası bir otoyola benzeyen tek bir hat üzerinden yapılabiliyor: karşılıklı vızır vızır uçuşan paketler halinde. Bu kadar yoğun bir trafiğin, iletilebilir frekans aralığının darlığı nedeniyle, metal iletken hatlar üzerinden elektrik sinyalleri halinde iletilebilmesi mümkün değil. Bunun çaresi, elektrik pulsları yerine ışık dalgalarını devreye sokup, kullanılabilir frekans aralığının genişletilmesi. Dolayısıyla, veri paketi, kum tanesi büyüklüğündeki transistor lazerlerin ürettiği ışık dalgaları üzerine işlenip, optik lifler üzerinden gönderiliyor. Tek bir optik lif, yükselticilerle birlikte; on milyondan fazla görüşmenin veri paketlerini, saniyenin yüz binde birinde taşıyabiliyor. Hem de, sayısal teknoloji sayesinde, sinyalin parazit, sinyal bozulması ve zayıflaması sorunları da ortadan kalkmış oluyor. Sonuç olarak, 1998 yılı sonu itibariyle, dünyada 215 milyon kilometreden fazla optik lif hattı döşenmiş durumda.
Eğer iki nokta arasında döşenmiş bir hat yoksa, veri paketleri elektromanyetik dalgalara dönüştürülüp, yollarına havadan devam etmeleri de sağlanabilir. Noktalardan biri yayınlar, diğeri yakalar. Eğer bu iki nokta birbirini elektromanyetik olarak göremiyorsa, alışverişlerini yukarıdaki bir uydu aracılığıyla da yapabilirler. Cep telefonlarımız böyle çalışır.
Görüntü naklinin veri yoğunluğu çok daha yüksektir. Çünkü, örneğin modem bir televizyondaki anlık görüntü, birkaç yüz satir üzerine dizilmiş 100.000, ‘piksel’ denilen nokta benzeri unsurdan oluşur. Bu noktaların sırasıyla her birinin hangi renkte olduğunun şifrelenmesi gerekir ki, görüntü karşı tarafta aynen ve yeniden oluşturulabilsin. Çok daha net görüntü verebilen ‘yüksek tanıtımlı televizyon’da (HDTV) nokta sayısı bunun birkaç misli. Öte yandan, insan gözünün hareket algılayabilmesi için, görüntünün saniyede 25ten fazla kez değişmesi gerekir. Dolayısıyla, bir televizyon yayının sadece görüntüsü, saniyede 2.5 milyondan fazla veri içerir. Bu görüntü ulaştığı hedef araçta, satır satır inşa edilir. İletişim hızının yavaşladığı durumlarda, ekranda bu sürede izlemek mümkündür.
Masa üstü bilgisayarımızın mikroişlemcisi GHz düzeyinde hızıyken, kendisine doğru akan verilerin geliş hızı o denli yavaştır ki, mikroişlemcimiz çoğu zaman boş oturup bekler. Oysa iletişim uygulamalarının rutin işlemlerinde, işlem hızı büyük önem taşır ve işlemci layığını bulur. Veri iletişiminde, inanılmaz hız ve hacimler gerçekleştirilmiş olmasına karşın, potansiyel iletişim talepleri karşısında mevcut hızları artmak zorunlu. Çünkü artık bir cep telefonuyla, pek çok şey yapılabilir halde. Ses, veri ve görüntü hizmetleri etkileşimli hale geliyor. Görüntülü görüşme, internet, faks, banka işlemleri, alışveriş, yer arama: akla ne gelirse. Daha da pek çok şey gelecek akla ve uygulama alanları genişleyecek.