Karakutu nedir? Uçaklar parçalansa da okyanusun dibine de gitse karakutulara hiçbir şey olmaz ve uçak en son hangi hamleleri yapmış pilotların konuştuklarına kadar tüm verilerin saklandığı yerdir. Peki neden uçakları da karakutular gibi sağlam yapmıyorlar…
Uçakların rahatça havada kalabilmeleri uzun mesafelere az yakıtla ulaşabilmeleri mümkün olduğunca hafif malzemeden yapılmış olmalarına bağlıdır. Bu malzemeler çoğunlukla alüminyum ve plastiktir.
Kokpitteki sesleri ve uçuş bilgilerini kaydeden her iki kutu da paslanmaz çelikten yapılır. En ve boyları yaklaşık 25’er santimetre derinlikleri 12-13 santimetredir. Kutuların et kalınlıkları ise 6-7 milimetre kadardır. Kutular ayrıca ısıya ve yangına karşı tedbir olmak üzere plastikle çevrili sıvı köpük ile de donatılmışlardır.
Kutular o kadar sağlamdırlar ki denize düşmüş bir uçağın kutuları 7 sene sonra çıkarılabilmiş ama buna rağmen kayıtlar sağlıklı olarak dinlenebilmiştir. Başlangıçta kutular kanatların birleşme noktasına yakın bir yere konuluyorlardı. Bu bölge uçağın en ağır kısmı olduğundan düşüş anında bu ağır parçalar kutuların üzerlerine düşerek zarar verebiliyorlardı. Sonraları kutular uçağın kuyruk kısmına konulmaya başlanıldı. Tabii bu uçağın kuyruk kısmındaki koltuklar insanlar için daha emniyetlidir anlamına gelmez ancak bu yer karakutuların uçağın enkazından en uzağa düşmesini sağlamaktadır.
“Karakutu” ile aynı çağrışımı yapmasa da, uçuş veri kayıt cihazlarına “turuncu kutu” demek daha doğru olurdu; ne de olsa, kolayca bulunabilmeleri amacıyla hemen göze çarpan portakal renkli kutulara yerleştiriliyorlar. Uçuş verilerini kaydetmenin bir kaza durumunda oynadığı hayati rol bugün herkesçe kabul edilse de, David Warren 1950’lerde bu fikirle ortaya çıktığında neredeyse kimseyi icadının faydasına inandıramamıştı.
1953’te Warren, Avusturalya Havacılık Araştırma Kurumu’nda uzman bilim adamı olarak, dünyanın ilk jet yolcu uçağı De Haviland Comet’in düşmesinin ardından enkaz incelemelerine katıldı; bir ticaret fuarında gördüğü küçük ses kaydediciyi hatırlayarak, uçağın düşme anında kokpitte neler olduğunu bilmenin çok işe yarayabileceğini düşündü; böylece uçaktaki aygıtların göstergeleri ile pilotun sesini kaydedebilecek bir makine yapmak için kafa yormaya başladı.
Düşüncelerinin ayrıntılı bir teklifini yazıp birkaç farklı ülkenin havacılık yetkililerine gönderdiyse de, ilgilenen kimseyi bulamadı. Ama yılmadan devam etti. Pilotun konuşmalarının yanı sıra, uçağın hız, irtifa ve yönünü kaydedebilen bir prototip yaptı; veriler bir teyp bandı yerine çelik tel üzerine kaydedildiğinden yangınlarda zarar görme olasılığı da düştü.
Warren nihayet 1958’de prototipini, daha önce RAF’ın yüksek bir mevkiinde bulunmuş olan Sir Robert Hardingham’a gösterme fırsatını buldu. Sir Robert o sıralarda Avusturalya Havacılık Kurumu’nu ziyarete gelmişti. Aygıtın potansiyelini farkeden Hardingham’ın İngiltere’ye dönüşünde hareketle savunduğu fikir, Havacılık Bakanlığı’ndan onay aldı; uçuş veri kayıt cihazları daha sonra İngiltere’de zorunlu hale getirilecekti. Bekleneceği gibi, karakutuları zorunlu hale getiren ilk ülke Avusturalya oldu; 1960’ta Queensland’de meydana gelen bir uçak kazasını inceleyen yargıç, tüm uçaklarda uçuş veri kayıt cihazlarının olmasını tavsiye edecekti